5 Temmuz 2012 Perşembe

YALNIZ’IN TATİL GÜNLÜĞÜ - 1

14 yaşlarında gözüküyordu. Ağzının kenarındaki hareketlenme,  her şeyi bilir ve hiçbir şeyi takmaz havası vermeye yarayan o ergen gülümsemesinin her an ortaya çıkabileceğinin göstergesiydi. (Bu gülümseme tarzında, dudakların bir tarafı hiçbir şey olmuyormuş gibi sabit dururken, diğer taraf bilgiççe aşağı doğru kıvrılır ve ağızdan ‘hıh’ eşliğinde nefes verilir.) Etraf aile babası ve anne kaynıyordu. Biraz sıkılmıştım. Bacaklarımı dubadan aşağıya sarkıttım. Kadınlar öyle oturmuyordu. Aldırmadım. Sıkılmak geçmiş günlerdeki isyanımı beklediği yerden çıkarmış, tatil beni ruhsal olarak çok gerilere götürmüştü. “Ben seni geçerim ki!” dedim. “Hıh” dedi.

Bu ‘14 Yaş’ ile ilk karşılaşmam değildi. Denizin en dalgalı ve dolayısıyla tenha zamanlarında, kendimizi suya atıyor ve uzun bir mücadelenin sonunda dubaya ulaşıyorduk. Ben bacaklarımı suya sarkıtıp bir sandalda mahsur kalmış ihtiyar balıkçı olduğumu hayal ederek ufka bakarken, o kendini oradan oraya atarak zıplıyordu. Tuhaf bir filmin içinde gibiydik. Ve bu bana hiç tuhaf gelmiyordu. Onun dalgalardan daha güçlü olma ve dubayı ters yönde sallama arzusu, benim ihtiyar balıkçı olma hayalim kadar normaldi. Karadayken birbirimizi tanımıyor gibi yapıyorduk. Dubada ise yokmuş gibi. Bu böyle devam edebilirdi. Ben halimden memnumdum. Garip insanların yanında kendimi rahat hissederim. Kimsenin kimseye diyecek bir lafı olmaz.

Sonra denizi ısırgan canlılar sardı. ‘14 Yaş’, macera ihtimalini sezmiş, et kokusu almış tazı gibi tüm ekipmanlarını ve arkadaşlarını toplayıp gelmişti. Beni de aralarına almaları, denizdeki canlılarla ilgili abuk sabuk konuşmalara ortak etmeleri için inanılmaz bir istek duyuyordum. Bu yüzden ilgisiz bir edayla “Neymiş ki o ısıran şeyler?” dedim. Sesimin, rastlantı eseri kulak misafiri olmuş, yanıtla o kadar da ilgilenmeyen birisi olduğumu fısıldar bir tonda olmasına özen gösterdim. Yanıtları, anneleri yaşındaki ilgisiz bir kadına verilecek şekilde kısa ve kuruydu: “Kırmızı, uzun yaratıklar işte.” Taktik değiştirdim. İlgilerini çekmenin yolu bilgili olduğumu sanmalarından geçiyordu. “Uçlarında vantuz olanlardan mı?”  Ne söylediğim konusunda en ufak bir fikrim yoktu. Ama yeme geldiler. Uzunca bir zaman deniz gözlüğünün içine alıp incelediğimiz suda, dünyanın en ilginç yaratıklarından birinin izini aradık. Bu, bir parmak boyunda, kırmızı, ince, benim kattığım bilgi ile birlikte vantuzlu, tene değince yakan bir canlıydı. Gözleri var mıydı? Onlar görmez koku alırlardı. Oğlum, denizin içinde kokuyu nasıl alsınlardı. E köpek balıkları nasıl kan kokusuna geliyordu o zaman. Ha, bunlar da öyleydi yani. Acaba kan emiyorlar mıydı?

Bir saat arandık durduk. ‘14 Yaş’ın asıl ilgisi bu ince ve uzun canlıların içine kaçma olasılığıydı. Aklımın ucuna hızla gelen yorumları durdurdum. Dur. Biz durmadık. En sonunda bulabildiğimiz ince, uzun, beyaz ve vantuzsuz canlılardı. Denizin yüzeyi bunlarla doluydu. Kim bilir kaç tanesini yutmuş olmalıydık. Acaba midede yaşarlar mıydı? Olur mu oğlum, ölürlerdi. Belli mi olurdu. Kendime arkadaş grubu bulmuş olmanın mutluluğu içindeydim. Benim yaşımdakiler saçmalamayı bırakmıştı. Ertesi gün “Ben seni geçerim ki!” dedim. “Sahile kadar.” dedi. “Tamam.” dedim.  Kazandığı kolayı içerken bir dudağı kıvrık, gülümsüyordu. Ağzı dolu olmasa tekrar hıhlayacağından adım kadar emindim.

Hiç yorum yok: