24 Haziran 2012 Pazar

MARINA ABRAMOVIC: Sanatçı Aramızda


          “Bir belgesele biletim var, gelmek ister misin?” diyen birine verilecek en doğru yanıt sayesinde tanıştım Marina Abramovic’le. Tanışmak kelimesini kullanmam yanlışlıktan değil. Bir perdeye yansıtılmış iki boyutlu görüntüler seyredeceğimi sanırken kendimi canlı bir performansın tam içinde buldum sanki. “Acaba sıkılır mıyız?” sorularıyla girdiğimiz sinemadan, uzun sürecek bir suskunluk içinde çıktık. Söze dökmek bazen bozmak demek. Bozmak istemedik. Belki ben de bu yüzden o kadar düşünmeme rağmen bu belgesel üstüne yazamadım bir türlü. 

Sanatçı Aramızda.
Marina Abramovic bir performans sanatçısı ve bunu bedenini kullanarak yapıyor. Yüzlerce film, kitap, düşünce, resim arasında onun son performansını, benim için bu kadar etkileyeci yapan şeyi düşündüğümde içimi bir huzur ve güven kaplıyor. Çünkü Marina Abramovic sadece bakarak yapıyor bunu. O kadar basit, o kadar güzel. New York MoMA’daki (Modern Sanatlar Müzesi) bu performansta sanatçı, üç ay boyunca, haftanın altı günü, bir sandalyenin üstünde oturarak karşısındaki kişiye bakıyor. Bu anlamda performansın ismi çok anlamlı: ‘Sanatçı Aramızda’ ya da ‘Sanatçı Burada’ şeklinde çevrilebilecek ‘The Artist is Present’, Marina’nın -şimdi ve burada- var olduğunu söylüyor. Bunun ne demek olduğunu, belgeseli seyrederken anlıyorsunuz. Bir insanın tüm varlığı ile orada olmasını izlemek, mekanın ve zamanın sınırlılıklarını yok ediyor. Sanki onun karşısındaki sandalyede siz oturuyorsunuz. Bedenin gösterilmek için adeta yabancı bir nesne gibi taşındığı bir yüzyılda, kendi bedenini sizinki ile temas etmek için kullanıyor ve sizinle buluşuyor. 

Başka birinin kendini bu kadar açık bir şekilde ortaya koyması öyle özel bir deneyim ki yüzlerce insan Marina’nın karşısında oturabilmek için günlerce kuyrukta bekliyor. Belgeselde bu kişilerle yapılmış röportajlar da var. Fakat benim için filmin en güzel anları iki kişinin susup birbirine baktığı anlardı. Kelimeler yok, sorular, sorgular, anlamlar,  bilgiler yok, bizi kendimizle yaşadığımız deneyimden uzaklaştırıp kaçmamızı sağlayan sözüm ona ayağı yere basan hiçbir şey yok. "Ben buradayım." diyen biri var. Ve bu çok güzel. İşte belki de tam bu yüzden Marina’nın karşısındaki kişiler, onunla olduğu kadar kendi duygularıyla da buluşuyorlar. Ötekinin kucaklayan varlığı, dış dünyada yer bulamadığı için içeride saklanan duyguların ortaya çıkması için güvenli bir alan sağlıyor. 

1975 yılındaki bir performansı: "Sanat güzel olmalıdır. Sanatçı güzel olmalıdır."

Aslında bu yazıya başlarken Marina Abramovic hakkında edindiğim bilgileri iletmek, belgeselin içindeki diğer çalışmaları anlatmak, bütün bunları biraz olsun yorumlamak niyetindeydim. Fakat bazen duyguyu açıklamalardan uzak, yalnız başına bırakmak daha anlamlı. Eğer seyretme imkanınız olursa, zaten merak içinde bu kadın kimmiş diye araştırıp, yaşanan deneyimi hizaya sokmaya çalışacağınızdan eminim. Çünkü bu hayata adapte olmuş herkes, belirsiz ve kontrol dışı o karanlık tarafa ilgi duysa da bildiği ve açıklayabildiği bir dünya içinde yaşama gayreti içinde. Gittiğimiz yerlerden dönebilmek uğruna buna ihtiyaç duyduğumuz için kim suçlayabilir bizi. Eğer siz de biraz olsun o bilinmez taraflara temas etme hevesindeyseniz, bu belgesel güzel bir seçim.

Marina, 12 yıl boyunca bir çok performansa imza attığı eski sevgilisi Ulay ile. İkilinin son performansı, Çin Seddi'nin iki ucundan birbirlerine doğru yürümek olmuş. Üç ayın sonunda buluşmuşlar.


3 Haziran 2012 Pazar

GEBE (bir)


             
            İlk gece uyuyamadım. Uzaktan, ne olduğunu çıkaramadığım hayvanların ulumaları geliyordu. Bir kurt sürüsü olduğunu düşündüm. Ama sanki bundan daha başka, daha korkunç bir şeyler oluyormuş duygusunu içimden atamıyordum. Burada hiçbir kadının ölmediğini biliyordum. Ölen erkekler olmuştu, çıldıran insanlar, korkunç kazalar... Ama hiçbir anne ölmemişti. Kendime sürekli bunu tekrarlıyordum. Ölmeyeceksin, ne olursa olsun ölmeyeceksin. 

            Saat beş gibi hava aydınlanmaya başladı. Sabahın olmasını dört gözle bekliyordum ama garip bir şekilde ne bir rahatlama ne de sevinç hissettim. İçimi tanımlayamadığım ama çok tanıdık gelen bir sıkıntı kapladı. Oda loş ve sessizdi. Kirli pencereden süzülen soluk ışık tahta masaya vuruyordu. Çok üşüyordum. Bir an uzandığım yerden hiç kalkamayacağımı, sonsuz bir şekilde bu cansız ışığa bakacağımı sandım. Sanki zaman da bu ışık gibi donmuştu. 

Üzerimde keçi kılından yapılma bir battaniye ve iki kat yorgan vardı. Dün kulübeye vardığımda, güneş batalı epey olmuştu. Yürümekten ayaklarım ağrıyor, açlıktan başım dönüyordu. Yola çıkarken yanıma küçük bir bohça vermişler, içindekilerin yarım günlük yol için yeterli olduğunu söylemişlerdi. Bir parça kuru ekmek, iki topak peynir, su ve ne için kullanacağımı anlattıkları bir iki merhem, sargı bezi. Gittiğim yerde erzağım olacaktı. Gece, geriye kalan peyniri ağzıma attıktan sonra, giysilerimi bile çıkarmadan yorganların altına girmiş ve sabaha kadar gözümü kırpmadan yatmıştım. Şimdi o kadar halsiz hissediyordum ki kalkıp yürümek imkansız gözüküyordu. 

Önce kolumu çıkardım yorgandan dışarı. Her zaman öyle yaparım. Ellerimle denerim, gözlerim. Sonra bir bacağımı sarkıttım. Her yanım tutulmuş. Zorlanarak da olsa kalktım, gerindim, her sabah yaptığım gibi karnımın ne kadar büyüdüğünü anlamaya çalıştım. Odada dolaştım, masaya vuran ışığa dokundum. Her yer soğuk. Isınmam lazım.

            Üstüme kalın yünlerden örülmüş gri bir şal attım ve dışarı çıktım. Soğuk iliklerime işlemişti. Ellerimi ve ayaklarımı hissedemez durumdaydım. Bu bana tuhaf bir sevinç verdi. Odun kırmak için baltayı aramaya başladım. Her şey ince bir buz tabakasıyla kaplanmıştı. Elimi dokundurunca değişik şekillerde kırılıyorlardı. Büyülenmiş gibiydim. Her geçen dakika canlandığımı hissediyordum. Birkaç odunu ince parçalara ayırıp içeri girdim. Ateş yakmayı çok gençken öğrenmiştim. Aşıktım. İnce elleri ile odunları kırmasını, üst üste yerleştirmesini, alttan çıraları tutuşturmasını seyrederdim. O ise bunun nasıl yapılacağını sakin sakin anlatırdı. Sevecen olduğu nadir zamanlardandı bu. Susardım. Keşke her zaman böyle olsa derdim. O zaman ne kadar çok sevebilirdim onu. Oysa sadece aşıktım. Şimdi hepsi geçmişte kaldı. O ve diğer adamlar... 

            Ateş güçlendi. Birazdan kontrole gelirler, acele etmem lazım. İnce bir defter ve iki kurşun kalemi yatak niyetine koydukları rahatsız şiltenin altına saklıyorum. Yazmak ve hatırlamak yasak burada. Yakalanırsam ne yapacaklarını bilmiyorum. Yola çıkmadan bütün kuralları anlattı yaşlı kadın ama cezalardan bahsetmedi. Bu yüzden daha çok korkuyorum. Bahçeden gelen seslerle kendime geliyorum. Kapı itilerek açılıyor.