22 Temmuz 2012 Pazar

THOMAS MANN - ALDANAN KADIN



Her okur, kitap seçerken nelere dikkat etmesi gerektiğine dair kendine has yollar geliştiriyor gibi gelir bana. Thomas Mann’ın ‘Aldanan Kadın’ isimli uzun öyküsü, arka kapak yazılarının, bu değerlendirmede ne kadar yetersiz kaldığını hatırlattı. Bir edebiyat eserinin konusunun ve hikayesinin ana hatlarını bilmekle onu okumak arasındaki fark, belki tam da onun edebi değerini ve aslında eserin derinliğini anlatır bize. Hikayenin ötesini, bütün o olay örgüsü ile sembolize edilen ya da sezdirilen başka bir dünyayı, ancak kitabın içine girdiğimizde, o da kişisel tarihimizin ve korkularımızın izin verdiği ölçüde anlayabiliriz. ‘Aldanan Kadın’, iki çocuğu ile birlikte sakin bir yaşam süren geçkince bir kadının, kendinden çok genç bir adama duyduğu aşkın hikayesi olarak özetlenince bende yarattığı çağrışımlar ile kitabı okuduktan sonra içine girdiğim ruh hali birbirinden o kadar farklıydı ki, nedense bunları yazarak başlama ihtiyacı duydum. Fakat aslında başka türlüsü de olamazdı. Belki ancak macera romanlarında...

Thomas Mann

Bu öykü bende, filme çekilmiş bir tiyatro eserini izliyormuşum duygusu yarattı. Bunun nedeni, yazarın kendini her şeyi bilen ve gören bir tanık olarak konumlandırmasının yanı sıra, bolca diyalog ve tasvir kullanması olabilir. Öyküyü, özellikle de anne kız arasındaki diyalogları okurken, gerçek kişilerin kanlı canlı ilişkilerini değil de, çeşitli duyguları ve durumları anlatabilmek için kurgulanmış ve böyle yapıldığı da özellikle okuyucuya hissettirilmeye çalışılmış insan benliğinin çeşitli yönlerini dinlediğimi düşündüm. Bu bende kitaba karşı bir soğukluk yaratacağına, garip bir yabancılık hissiyle birlikte merak uyandırdı.  Yazarın olayları hızlandırması için sabırsızlandığımı fark ettim ve kitabı bir çırpıda okudum. Bazen belirli bir mesafede durmak, bakmayı ve görmeyi kolaylaştırabilir ama beklenenin aksine bir kere gördükten sonra artık mesafe kalmaz.


Sakin bir yaşam, çiçek tarhları, ormanlar, güzel yemekler arasında geçen öyküde, yaşanan çatışmalı duygular ve kaygılara rağmen, kendimi çimenlere uzanmış gökyüzüne bakar gibi kitaba bıraktığımı, ancak hikayenin sonuna gelip de tepetaklak olduğumda fark ettim. Aynı hayatın içinde olduğu gibi. Thomas Mann’ın, kitabın başından beri kurduğu tuzağın içine düştüm ki bu yönüyle kitabın ismi çok manidar. Zamanın geçmesi, kadınlık, anne-kız ilişkisi, umut, hayalkırıklığı, aşk ve tabi ki ölüm temalarının farklı ve sürprizli şekilde anlatıldığı bir uzun öykü Aldanan Kadın. Siz de benim gibi yazarlar tarafından aldatılmayı seviyorsanız, bu kitabı kesinlikle tavsiye ederim. Bu arada Esen Tezel’in de nefis bir çeviri yaptığını söylemeden geçmek haksızlık olur. 








1 yorum:

zeynep dedi ki...

hikayeyi henüz okuduktan sonra "mesafe" kısmına katılıyorum ve bu dile rağmen akıcılık, anneyle kız arasındaki gibi pek çok şey aslında hikayenin tümden bir "mesafe" örgüsü olduğunu düşündürdü. temeldeki yaş farkından, dile, en sonunda kadının ölümüyle de doğa sevgisi, aynı şekilde ken keaton'a bu kadar yaklaşmışken birden uzağında kalışına kadar.