10 Kasım 2013 Pazar

AZ PİŞMİŞ


Dünyanın en büyük çöllerinden birinde, tuz taşıyan kervanının başında, hırçın devesiyle tek vücut, gözlerini kısmış uçsuz bucaksız kuma bakıyor. Yirmi gündür yoldalar. Yirmi yıldır. Yirmi yıl daha. Onunla benim aramda ne var? Seninle benim aramda ne var?


Anneannem -ki dünyanın en iyi anneannesi olduğunu söyleyecek değilim- derdi ki; insanları çok kızdırırsan dilini keser, yedi dağın en yükseğindeki yedi kuyudan birinin içine atar, suya düşen dilini bulman için yedi deveyi yanına verir, seni ömür boyu sürecek bir arayışa gönderirler. Günlerin geceye, gecelerin yakıcı bir güneşe dönerken, bir zamanlar ormanın en şen kuşu gibi rahatlıkla çıkardığın sesleri çıkarabilmek için, sarı sessizlikte yol alır, acıların en fenasını çekersin. Gırtlağından çıkardığın sesleri, ölmekte olan bir hayvanın son yakarışları olarak duyan leş yiyiciler etrafını sarar. Bir insanın yalnızlığı kadar üzücü ne var bu hayatta? Hikayesini anlatamayan insan ne için yaşar? Sen hangi hikayeyi anlatmak için yaşıyorsun?


Yola çıkmadan yedi gün bekledim. Ağaran güne, öldüren geceye dualar ettim. Ağladım ağladım uyandım. Toprağın içinden geçip ölülerin mekanına ulaştım da sofralarına ortak olup karnımı doyurdum. Dünyada korktuğum iğrendiğim hiçbir şey kalmayana kadar iğrendim, korktum. Yedinci günün sabahında, develerin en büyüğünün üstüne atladım ve küçük kervanımla yola koyuldum. Geçtiğim ormanlar koyu, nehirler derin, dağlar yüksekti. Günler günleri, aylar yılları kovaladı. Gün boyunca hiç durmadan yol alıyor, her gece aynı ağacın altında konaklıyor, aynı rüyayı görüyor ve o lanetli kuyuya yaklaştığımı hissediyordum.

 Bir gün, yıllardır benimle birlikte yaprakların, göğün ve güneşin altında hep uzaklara bakarak hiç durmadan yürüyen develerimden biri öldü.

 O an yaşlandım. Ellerim buruştu, kamburum çıktı, büzüldüm. İlk kez yola çıkmadım. Ağacın altında durdum. Zaten olmuş olan oldu o an. Zaman beni zalim kollarına arasına alıp derin bir uykuya saldı. Rüyamda yaşlı bir kadın vardı. Büyük bir kazanda beyaz bir şey pişiriyordu. İyi miydi kötü müydü anlayamadım. Bitip gideceğini, çoktan gittiğini, tutamayacağımı anladım. Sözlerimin hepsini bir çuvala tıkıştırıp derin bir çukur kazdım. İnsan ölmeden önce kelimelerini gömmeli. Toprağı düzeltip üstüne bir fidan diktim. Geri geldiğimde fidan, her gece altında konakladığım o ulu ağaca dönüşmüştü. Kendimi ağacın altında uyurken gördüm. Yıllardır süren bu bitmek bilmez yolculuğa rağmen huzurlu görünüyordum. Kendimi sevdim. İçimi bir mutluluk kapladı. Bunu kendime söylemek istedim. Konuşmaya çalıştım ve gırtlağımdan çıkan hırıltılarla birden fark ettim. Dilim yoktu. Uyandım.

 Deveyi gömmek için büyük bir çukur kazmam iki günümü aldı. Gün ağarırken yola koyulmak üzere eşyalarımı topladım. Mezarın üzerinde toprağa düşmüş tohumlar gördüm.  Ağaca baktım. Lodosla birlikte salınıyordu. Savrulup gitmemeleri için tohumların üstünü toprakla örttüm. Hava ısınmaya başlıyordu. O an ne kadar üşümüş olduğumu fark ettim ve güneşe rağmen bütün gün titredim.

 Eve vardığım zaman gece olmak üzereydi. Anneannem ocakta süt kaynatıyordu. Bir şey demedi. Masanın üstü yazıp yazıp karaladığım kağıtlarla doluydu. Hepsini alıp bir çuvala doldurdum ve bahçedeki kör kuyunun içine attım. Suya düşen çuvalın sesini bekledim. Gelmedi. Ayaz başlıyordu. İçerideki ocağın başına oturdum. “Bir bardak süt verir misin torununa?” dedim.

 

3 Kasım 2013 Pazar

ÇİĞ



kapıyı çekip çıktım. imla kurallarının allah belasını versin. içime tıkıştırmaya çalıştığım dünya ağzımın kenarından çeneme doğru süzülüyor. temizleniyorum. küçükken kimse öğretmedi mi sana; insanın kendini, kendinden temizlemesi gerek. sifonu çekmeyi sakın unutma. su, geride bıraktığın hatalarını alıp odaların yan duvarlarından, ayağının altından, kafanın üstündeki tavandan, üstünlüğü bilmem ne onayı ile kanıtlanmış garantili borularla geçirerek temizleyecektir. yerin altı unutmak istediğin her şeyi saklar. ölüleri de. bazen, borularda bir sızıntı oluşur. kokunun nereden geldiğini anlamazsın başta. o iğrenç kahverengi ıslaklık tavana yayılmaya başlar. birinin bedeni çürür. içeriden. gün gün. saat saat. izlersin. çürümez belki dersin. çürür. küçülür. rengi solar. kurur en çok. pul pul. ölünün ayakları kuş ayakları. kıvrık. mor. soğuk.

 

git hadi okuma bunları. bunlar iyi gelmez insana. ellerine bakar olursun. damarlarına. ölülüğüne. bir varmış bir yokmuş. sana fark ettirmeden en önemli gerçeği o zaman söylemiş masalcı. bir var bir yok. lafa yoklukla başlayıp, sonsuz mutlulukla bitirmek insanın büyük gücü. ayakta alkışlanır böylesi. iyiler iyi. kötüler kötü. herkes ölü. son cümleyi çıkartıyoruz metinden. her şeye yeniden başlamak lazım. soru: yas sürecinin aşamaları. süre yarım saat. acıyı hizaya sokmak gerek. işimiz gücümüz, dönmesi gereken bir dünyamız var. aş artık bunları. ey ulu akıl, sana sığmayan hiçbir şey kabulümüz değil. patoloji bizim işimiz. hiç baktın mı sözlüğe pato ne demekmiş zamanlardan bir zaman? git bak. hayır bakma. insanların aklına bunları sokmanın kime yararı var? akıl ve düzen nişanlandı. kestik pastasını yedik. sen de ordaydın.

 

söyleyecek hiçbir şeyi kalmayan insanın sessizliği canımı acıtıyor. hayır yanlış söyledim. acımı hatırlatıyor. bir yazar var. unutmak için hatırladı. çünkü daha genç. yaşamak istiyor. cümle yapıları, kurgular, anlamlar. okurda merak uyandırmak şart. bu yıl yayımlanan kitabı ile ilgili konuşmak üzere kendisini sahneye davet ediyoruz. göz ucuyla susuyorum. sahne. altı lağım. her yerin altı lağım. patolojik bir durum. bilim buna bir çözüm bulmalı. hatırladığında…

24 Eylül 2013 Salı

Etkileşimsiz (19)

UYANMAK

Uyumak gerekirdi ki uyanabilesin. Sırtını yataktan kaldırırken önce boyun omurları. Saçlarının yastıktan ayrıldığı an. Ayakların. Duvar. Gözlerin. Evet, önce onlar. Kapat, aç. Kapat. Yollar, yollar, rüzgar, bulut, çay. Ellerim anahtarda, parada, düğmeler, asansörler, koltuklar, kaşıklar ve hatta çatallar. Dişler, dudaklar, tırnaklar, rimeller, rujlar, cüzdanlar. Yanımda oturan yabancı adamın baldırı baldırımda. Ani bir fren. Elim bir kadının saçlarında. Pardon. Sinirli gözler. Parlak saçlar, renkli, yol yol. Sana bir yol var üç vakte kadar. Büzülmek istiyorum. Küçülmek. Görünmez olana dek ufalmak. Bir incir tanesi olmak. Rüzgar. Olsun, bulut yine olsun. Yollar olsun. Boyun omurları olmasın, saç yastıktan ayrılmasın, kan vücuttan çekilmesin. Kaç kez daha uyanacağım?

Etkileşimsiz (18)


KUCAK

Hiçbir öyküde dikiş tutturamayan birinin öyküsünü yazarken çıkmıştık evden. Biiir, kiiii ve hadi üç de benden olsun. Ama sen bir deyince dön yine de. Bekletme. Demezdin... Bir şey demezdin pek. Bütün inatların merkezindeydin. Ben sana bakmadığımın kanıtı olarak, gözlerimi gözlerine teyeller kuşları seyretmezdim. Bağlar ayrılığın habercisidir. Kirpiklerim yanaklarımdan yuvarlanıp koynuna düştüğünde olanlar olabilirdi. Hepsi öykücünün suçudur bak sana söylüyorum. Koynunu yazmayı unutmuş kederden. Yahut korkudan. Veya utangaç bu adam canım. 'Canım' lafın gelişi. Benim gelişimse rüzgarlı bir günde olacak. Yok daha neler! Bakacağız artık önümüze. Öykümüze ne yazıldıysa o. Kelimeler kucağımda bekliyorum.

16 Eylül 2013 Pazartesi

Etkileşimsiz (17)

TEMEL

Kan içinde uyanıyorum. Terim döşeği eritmiş, oradan evin temellerine kadar gitmiş de haberim olmamış gece boyu. Gece uzun. Bir ucundan sen çekiyorsun, diğer ucundan ben. Karanlık seyrelir belki. Bize fizikte öyle okutmuşlardı temeli sağlam okullarda. Yok. Seyrelmiyor. Hayıflanıyorum Çünkü hayıflanmak sadece çocuk kitaplarında geçer. Uzaktan bakıyorum çocuğa. Bir el karnımı buruyor. Bir şeyler arıyor olmalı içimde. Gırtlak. Yutak. Sunak. Sen olsan yan yana koyar resmini yapardın seslerin. Bu sesler bana tek bir şey söylüyor. Tek bir şeyi söyleyemediğim için bir sürü ses çıkarıyorum. Bir ol diyor, bir öl. Sen kaç kez..?

29 Temmuz 2013 Pazartesi

Etkileşimsiz (16)

İLK

Gece yarısını çoktan geçmiş olmalı. Doğruluyorum. Öylece yüzüme bakıyorsun. Sesler gittikçe yaklaşıyor.
-"Hazırlan."
Verdiğin çaputları ağzıma yüzüme sarıyor, dolapta bulduğum birkaç parça peynir ve bir somun ekmeği çantama koyup kapıyı açıyorum. Ortalık günlük güneşlik. Ay bahçeye düşmüş, için için yanıyor. Ucundan kırıp saklıyorum. Yoksa kimse inanmaz. Koskoca ayın ne işi var bizim bahçede.
-"Kapıyı örtme."
Olur, ama bak şimdiden söyleyeyim, ben bu eve döneceğim. Öyle ya da böyle. Dönmeyi düşünmeden bıraktığım hiçbir yer olmadı bugüne kadar.
-"İsmail'in yanına git, seni sonra bulurum."
 Daha cümleni tamamlamadan arkanı dönüp gidiyorsun. Sonra. Sonra bulur beni. Son değil ya bu. Ali'ye sesleniyorum. Duymuyor. Yanına ulaşmak için kalabalığı yararak ilerliyorum. Bir emanetin var Ali.
Yürümeye başlıyoruz.

18 Mayıs 2013 Cumartesi

Etkileşimsiz (15)

MİNNET

Nefesini dinliyorum. Düzenli, hafif, ürkütmek istemez gibi yavaş. Senle ben bu odanın içinde yalnız. İki varken bir kalmama izin vermezsin diye bekliyorum. Tek ümidim bu. Sarılan kolların yok. Okşayan ellerin. Yanıma gelip uzanmıyorsun hiç. Uzanıp başını başıma, göğsünü göğsüme yaslamıyorsun. Ama izliyorsun ya beni. İşte bunu biliyorum. Dünyanın bilmemne meridyeni, kimbilir hangi ülkesi, hangi boylamında, olduğum o noktada, senin noktanın hemen yanında bir yerde bana bakıyorsun. Ben işte o zaman o noktada olduğumu biliyorum. Seni biliyorum. Beni biliyorum.

16 Mayıs 2013 Perşembe

Etkileşimsiz (14)

AŞK

İş gitmekle bitse iyi. Dağınıklığın evin her yerine yayılmış. Oradan bir kağıt, buradan gözlüğün, tıraş bıçağın, kitapların derken toplamak günlerimi aldı. Üç büyük koli. Neyse ki eski evlerin gömme dolapları, tüm hayatı içine alacak kadar büyük. Karanlıklara atıyorum seni. Bir kahve yapıyorum. Koyu ve şekersiz. Sevdiğin gibi. İçimi yakan öfke nasıl dindi anlayamıyorum. Vazgeçmenin o şerbetli, ağır hüznüyle hafif bir uykunun kollarına bırakıyorum kendimi. Dehlizler tanıdık şimdi bana. Yıllardır indiğim gibi rahatça iniyorum dar ve kaygan merdivenlerden. Odalar, kapılar arasında bir oda, bir kapı. Kutulara sakladığım kolyeler, küpeler, yüzükler. Kendimi divana bırakıyor ve anlatmaya başlıyorum. Sırları olmayan kadına kimse aşık olmaz, biliyorum.

10 Mayıs 2013 Cuma

Etkileşimsiz (13)

SEN

Halbuki ben her akşam dizlerinde yatabilir, aynı rüyaları defalarca görebilirdim. Sen kıpırtısız oturabilir, dışarıdaki karanlığı seyredebilirdin. Anlamlar aramamız, her allahın günü şu lanet dünyaya alışmamız gerekmezdi. Ama sen her zaman planlıydın. Beni dizlerine yatırıp karanlıktan bahsettiğin günlerin sayısını bile belirlemiştin. Ben seziyordum. Seni durdurmak için uğraşıyor, ikna etmek için her şeyi istediğin gibi düzenlemeye çalışıyordum. İyileş diye büyüler yaptım, kurtulman için dünyanın en güçlü kahramanlarını seferber ettim, koştum, uçtum, atladım, bekledim, konuştum, sustum, durduramadım. Sen ölümdün.



9 Mayıs 2013 Perşembe

Etkileşimsiz (12)

ANLAM

Sebep akşamın karanlığı mı, sessizlik mi, yoksa içimden söküp atamadığım bu boğucu, gri, yapışkan duygu mu bilmiyorum. Dehlizlerde yürüyorum. Loş, ıslak, pis dehlizlerde. Dar ve kaygan merdivenler, beni boşluğa fırlatıyor. En derinde hafif bir ışık. Kapılar. Hepsini tek tek açıyorum. Gördüğümü gördüğüm anda unutuyor, her anı tekrar yaşıyorum. Şimdi burada, başımın üstünde tonlarca ağırlıkta kayalar, kayalara oyulmuş odalar, odaları gizleyen duvarlar arasında, beni bunaltan hissin kaybolduğunu fark ediyorum. Şimdi burada tek şey var: Merak. Bu duygu, aşk kadar güzel. Dünyadan da eski bir kapıyı itiyorum. Kapının arkasında bir masa, masada sırrı dökülmüş bir ayna, önünde büyük kutular içinde envai çeşit kolyeler, küpeler, yüzükler... Aynadaki belli belirsiz görüntüme bakıyorum. Boynumu süsleyen kolyenin sahibini düşünüyorum. Bir zamanlar benim durduğum yerde durmuş, benim baktığım aynaya bakmış ve her şeyi geride bırakıp gitmiş bu kadının gördüklerini merak ediyorum. Hüzün, tüm şefkatiyle içimi dolduruyor ve huzur veriyor. Kuru dizlerinde uyanıyorum. Kıpırtısız duruyorsun. Yattığım yerden dışarıdaki ağaca bakıyorum. Kara kuş gitmiş. Bütün sorularımın bu kadını ünlediğini üzüntüyle anlıyorum.






6 Mayıs 2013 Pazartesi

Etkileşimsiz (11)



AYRILIK

Ayrılığın aynısı mı olurmuş? Aynılığın yarası mı olurmuş? Yaranın dili mi olurmuş? Tuttum kopardım o dili. Sen rahat, ben üzgün. Susmam sana yer açacak diye umutluyum. Bende her şey biter de bu umut bitmez diye umutluyum. Dağınıklığı toplamam lazım. Oturduğun sedirdeki kelimelerden başlıyorum. Hepsini tek tek yakalayıp bir kutuya koyuyorum. Biraz elim yanıyor. Bu kutuyu saklamalı mı saklamamalı mı? Bunu bile soramam artık sana. Seni benden, beni senden ayıran dil çıktı aramızdan. Şimdi bizi ne bağlayacak? Bahçede gri bir ağaç, ağaçta kara bir kuş, kuşta gözlerim. Uçtu uçacak, gitti gidecek.

 


 

 

28 Nisan 2013 Pazar

Etkileşimsiz (10)


VAR

Şimdi senden daha gerçek bir şey yok bu odada. Söylenmiş ve söylenecek tüm sözler görünmez bir duvara çarpıp dökülüyorlar. Cümleler kelimelere, kelimeler harflere, harfler çığlıklara… Şimdi, tam şu anda, seninle benim aramdaki tek gerçek, ağzımın içini bir yara gibi kaplayan bu çığlık. Bağır desem bağırır mısın benimle? Dudaklarım elbirliği etmiş kapanmış birbirinin üstüne. Vermem acıyı dışarıya. Sen de vermezsin. Burada bir alışveriş yok zaten. Etkileşimsiz bir yalan var. Kayıp var. Kedi var. Ağaç, ölü, toprak, gemi, omzuma attığım şal, parmakların, sen, soru, ben var. 






 
 

 

11 Nisan 2013 Perşembe

Etkileşimsiz (9)

UZAK

O kadar yaşlısın ki bütün bedenin dile gelmiş, hikâyesini anlatıyor sanki. Göğsünün hırıltısı çok tanıdık. Hala yaşıyor olduğunun garantisi. Kuru bir ağaç gibi dikiliyorsun kapıda. Kemiklerinin üzerini kaplayan deri, şefkatsiz de yaşanabileceğinin kanıtı. Bakamıyorum. Yalnızlığın, yaşlılığın o buruk kokusu ile besleniyor. Birbirimize söyleyecek bir şeyimiz var mı bilmiyorum. Başka bir türmüşsün gibi bakıyorum sana. Ölüm evlerden ırak olsun. Ölüm benden uzak olsun. Usulca oturuyorsun. Sedir hiç gıcırdamıyor.

 

10 Nisan 2013 Çarşamba

Etkileşimsiz (8)

YIKIM

Yıkım devam ediyor. Bütün kent sessizce toprağa gömülürken, en büyük binalar en önce gidiyor. Koşuşturan insanlar görüyorum, ellerinde evrak çantaları. Önemli işleri olduğu belli. Dönüp bakmıyorlar. Kimse, bir şeylerin gömüldüğünü görmek istemiyor. Omzunda bir çanta var. İçinde yazıların. Sen bakıyorsun. Bakmasan da biliyorsun. Tırnaklarının içi çamurla dolu. Gecenin bir vakti ellerini dünyanın göğsüne saplamışsın yine, anlıyorum. Bir ayağımı altıma alıyorum, bir elim kitabı tutuyor, sedir gıcırdıyor, evin yaşlı tahtaları dile geliyor. Eski bir ninniyi dinliyorum. Bahçe kapısı tüm ağırlığı ile yavaşça açılıyor.

2 Nisan 2013 Salı

Etkileşimsiz (7)

SEVGİLİYE

Hiç buluşmadık o kafede. Heyecanla beklemedim seni. Yüzünde çekingen bir gülümseme ile gelmedin yanıma. Kahve. Sade olsun. Fincanı tutuşun bile şefkatli. Her şey anlamlı, güzel. Bütün soruların büyük, cümlelerin akıllı, kelimelerin hevesli. İşte diyorum ya olmadı bunlar hiç. Söylemediğin her şey büyülüyor şimdi beni.

19 Mart 2013 Salı

Etkileşimsiz (6)

YAĞMUR

Dışarıda bardaktan boşanırcasına yağmur yağmıyor. Ağaçlar rüzgârda savrulurken uğursuz hışırtılarla büyülemiyor beni. Damlalar hışımla vurmuyor cama. Bahçeye çıkmıyorum. Çamur. Ayaklarım üşüyor. İki büklüm eğiliyorum yere. Bu karın ağrısı, bu boşluk… Gök üstüme kapanıyor. Siyah. Konuşmuyorum kimseyle. Anlatmıyorum. Dinliyorlar. Saklıyorum.

Kimse bana ‘saklım’ demedi bugüne kadar. İçim boşalıyor paçalarımdan.

17 Mart 2013 Pazar

Etkileşimsiz (5)

İYİLİK HALİ


Nerede kalmıştık. Unuttum. Başladığım yerden gittim, uzağımda nefes aldım, döndüm. Sen mesafeleri seversin. Yanlış oldu. Sen mesafeleri yaratıp yaratıp aşmayı seversin. Güçlü adamların yaptığı kadırgalarda fırtınalara göğüs gerersin de kafanı çevirip bakmazsın önündeki denize. Hayır. Bilerek abarttım. Bakarsın. Bilirim. Bazen bakarsın, bazen gözünün ucuyla bakarsın.

Gittiğim yerde seni düşündüm. İkimiz arasındaki noktaları saymaya çalıştım, başaramadım. O zaman ikimiz arasındaki doğru parçası dışındaki tüm noktaları saymaya karar verdim. Evet akıllıca bir karar değildi. Akıldan bahseden kim? Mesela dedim ki; O, Necib Mahfuz’un ‘Midak Sokağı’ romanını kesinkes okumamıştır. Ben de okumadım. Seninle kim bilir kaç yüz, bin, yüz bin ortak noktamız var. Yapmadıklarımız bizi birbirimize bağlıyor, yaptıklarımız ayırmıyor. Bu iyi. Her şey 'doğru' olmak zorunda değil.

7 Mart 2013 Perşembe

6 Mart 2013 Çarşamba

Etkileşimsiz (3)

SENBİLİRSİNBENBİLMEM

Yine aynı kafedeyim. Sana neresi olduğunu söylemeyeceğim. Beyaz saçlı, gözlüklü, altmışlarında, bir ayağı geride, iki eli kitabında, bir tuhaf adam karşı masada. Sessiz bir planın eşiğindeyiz. Hani şu Paris özentisi şapkasıyla etrafına göz süzen, bir yandan da telefonun diğer ucundaki (niye 'diğer' yazılır ki? Telefonun iki ucu var. Birinde kendisi, diğerinde diğeri. 'Diğer' fazladan bir sözcük. Bugünlerde kafam karışık biraz. Kadın kendine bağırmıyor ya.. Kadın dünyaya bağırıyor aslında. Evet evet, öyle ve beyaz saçlı ile ben, onu öldürme arzusu ile yanıp tutuşuyoruz. Gözlerimiz buluştuğunda anlıyorum. Ama bir dakika, bu cümle parantez dışı bitmeliydi. Her şey birbirine karıştı. Zaten bunlardan sana ne! Bunlardan tüm dünyaya ne! Hayır, bağıran kadın ben değilim. Kendimi niye öldüreyim? Bütün bu cümleleri hizaya sokmam lazım. Olmuyor. Köşeli parantez, parantez içi ünlem, üç nokta iki parantez? Sen bilirsin bu işleri. Sen bilirsin, ben bilmem. Sanırım sana biraz gıcık oluyorum. ! ))]...?

5 Mart 2013 Salı

Etkileşimsiz (2)

KIZGIN

Her şeyi unutuyor bu adam. Avuç avuç erikleri ceplerimize doldurup, yıkık duvarların üstünde geçirdiğimiz sıcak öğleden sonralarını hatırlamıyor. Anlamak mümkün değil.

Ellerimi iki yana açtım, şaşkın şaşkın sana bakıyorum. Bir kaşını kaldırıyorsun. Sıkıntılısın. Bütün bunlar fazla senin için. Yutkunurken adem elman.. Bir dakika.

Elman.

Güzel bir isim olabilirdi bir çocuğa. Pembe yanaklı topaç bir oğlan.

Sen Elman diye birini hiç tanımazsın. Görsen çıkaramazsın.

Git buradan, sana erik yok artık. Git eriklerini, kilosu bilmem kaç liradan, hava alsın diye delikleri özenle açılmış yarım kiloluk kutularda al. Parasını cebinden çıkar, ver. Ver ki sadece senin olsun.

Ama alacağın olsun be adam, alacağın olsun.

4 Mart 2013 Pazartesi

Etkileşimsiz (1)

SORGU

Tatlı tatlı konuşuyor. Sakin. Her zaman. Kontrolden çıkmaz, çıkamaz. Kontrollü bir şekilde yoldan çıkmayı yazar yazar. Yazar yazar. Yazar ne iş yapar?

3 Mart 2013 Pazar

Etkileşimsiz

GİRİŞ

Sana yazabilmek için her yolu deniyorum.

Sırt üstü yattım, tavana baktım. Deniz kenarına gittim soğuk aldım. Yan döndüm, ters döndüm, düşündüm, okudum, unuttum, yeniden buldum, kızdım, kızdım, kadın oldum, üzüldüm.

Bugün, birinci gün. Gün bir. Bir gün, bu gün.

Sen söz oyunlarını sevmezsin. Sen söz oyunlarını seversin. Sen söz oyunları(m)ı sevmezsin.

Ben oyunları severim, oyun-bozanları bilmem. Seni bir oyuna davet edecek değilim. Ama seni öldürecek de değilim. Fakat bir ihtimal diriltebilirim. Ağırlığınla, tahta evin döşemelerini gıcırdata gıcırdata bana gelebilirsin. Üzerime eğilip nefesini üfleyebilirsin. Benim gözlerim yaşarır ya da yaşarmaz. Bu etkileşimsiz bir oyun.

Göz ucumun kenarından sarkıyorsun. Kirpiklerimin ucuyla bakıyorum sana. Her an düşe-yazabilirsin. Düşlerden düş beğen kendine koca adam. Kork benden. Geceleri...

"Yazmak Eylemi" demiş yazarlardan bir yazar. Alıyorum bu eylemi, beğeniyorum, özeniyorum, yelteniyorum, hadi canım oradan, bal gibi taklit ediyorum. Başlıyorum. Benim seçtiğim konu hem var hem yok. Hem ölü hem canlı. Çok var hiç yok. Bitti ve yeni başlıyor. Başlıyor...