Büyük ve nasırlı avuçlarının
içindeki iki küçük kolyeyi bana doğru uzatmış, seçmemi bekliyordu. Bu tezgahta
her taşın bir hikayesi, her rengin bir anlamı vardı. Aşk ve sevgi mi, huzur ve
mutluluk mu, hangisini istersin? Aldığım onca kolyenin karşılığında ikramda
bulunmak istiyor ve beni nasıl bır sıkıntıya soktuğunu bilmezden gelerek
sattığı taşlardan daha mavi ve parlak olan gözleriyle yüzümü deliyordu.
Parmaklarım iki taş arasında gidip geliyor, soruyu kendi kendime
tekrarlıyordum. Israrlı bakışları çok kısa bir sürem olduğunu, bir an önce
seçimimi yapmam gerektiğini fısıldıyor, bense sanki gerçekten de
yaşayacaklarımı seçiyormuşum gibi bir ciddiyetle karar vermeye çalışıyordum. Birden
rahatladım. Aşk seçilmez ki! Aşka düşülür. Ben yuvarlanıyordum.
Ay, maharetli eller
tarafından göğe asılmış sulu bir karpuz dilimi gibi dolgun ve çekiciydi. Masa
lezzetli yiyeceklerle donatılmıştı. Kadın durmadan konuşuyor, bense susup
balığı ayıklayan garsonu, ışıldayan denizi, yemek bekleyen köpeği, seyyar
satıcıları, el ele yürüyen sevgilileri seyretmek istiyordum. Fakat tek
bakabildiğim, dinlendiğini bilmek isteyen gözleri ve hayatının en ufak
ayrıntılarını bile hiç atlamadan anlatabilen ağzıydı. Otuz sene evvel giydiği
elbisenin rengini, o sırada hangi davetten döndüklerini, on sene önce de tam bu
masada kimlerle oturduklarını hatırlamasına başta şaşırmış, zaman içinde
sırrını anlamıştım. Unutmamak için konuşuyordu. Kısa bir zaman sonra, bu geceyi
de bir başkasına anlatacak, benim hangi şarabı sevdiğimi, mezeleri nasıl
seçtiğimizi, kocasının her zamanki gibi suskun olduğunu bir bir sayacaktı.
Sanki hiçbir şey kaybolmasın ister gibi her şeyin kaydını tutuyor, bir
koleksiyoncu titizliğiyle sınıflandırıyor, isim veriyor ve saklıyordu. Bu
yüzden yaşadığımız ana ne ortak oluyor ne de ortak ediyordu. İlişki kurmak
kaybı göze almak demek, bunu biliyordu ve tüm anları sözcüklerle doldurarak
kendine saklıyordu. Kadın aşktan hiç söz etmiyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder