11 Temmuz 2012 Çarşamba

YALNIZ'IN TATİL GÜNLÜĞÜ - 2


Büyük ve nasırlı avuçlarının içindeki iki küçük kolyeyi bana doğru uzatmış, seçmemi bekliyordu. Bu tezgahta her taşın bir hikayesi, her rengin bir anlamı vardı. Aşk ve sevgi mi, huzur ve mutluluk mu, hangisini istersin? Aldığım onca kolyenin karşılığında ikramda bulunmak istiyor ve beni nasıl bır sıkıntıya soktuğunu bilmezden gelerek sattığı taşlardan daha mavi ve parlak olan gözleriyle yüzümü deliyordu. Parmaklarım iki taş arasında gidip geliyor, soruyu kendi kendime tekrarlıyordum. Israrlı bakışları çok kısa bir sürem olduğunu, bir an önce seçimimi yapmam gerektiğini fısıldıyor, bense sanki gerçekten de yaşayacaklarımı seçiyormuşum gibi bir ciddiyetle karar vermeye çalışıyordum. Birden rahatladım. Aşk seçilmez ki! Aşka düşülür. Ben yuvarlanıyordum.

 
Ay, maharetli eller tarafından göğe asılmış sulu bir karpuz dilimi gibi dolgun ve çekiciydi. Masa lezzetli yiyeceklerle donatılmıştı. Kadın durmadan konuşuyor, bense susup balığı ayıklayan garsonu, ışıldayan denizi, yemek bekleyen köpeği, seyyar satıcıları, el ele yürüyen sevgilileri seyretmek istiyordum. Fakat tek bakabildiğim, dinlendiğini bilmek isteyen gözleri ve hayatının en ufak ayrıntılarını bile hiç atlamadan anlatabilen ağzıydı. Otuz sene evvel giydiği elbisenin rengini, o sırada hangi davetten döndüklerini, on sene önce de tam bu masada kimlerle oturduklarını hatırlamasına başta şaşırmış, zaman içinde sırrını anlamıştım. Unutmamak için konuşuyordu. Kısa bir zaman sonra, bu geceyi de bir başkasına anlatacak, benim hangi şarabı sevdiğimi, mezeleri nasıl seçtiğimizi, kocasının her zamanki gibi suskun olduğunu bir bir sayacaktı. Sanki hiçbir şey kaybolmasın ister gibi her şeyin kaydını tutuyor, bir koleksiyoncu titizliğiyle sınıflandırıyor, isim veriyor ve saklıyordu. Bu yüzden yaşadığımız ana ne ortak oluyor ne de ortak ediyordu. İlişki kurmak kaybı göze almak demek, bunu biliyordu ve tüm anları sözcüklerle doldurarak kendine saklıyordu. Kadın aşktan hiç söz etmiyordu.

Hiç yorum yok: