10 Temmuz 2012 Salı

İÇİMİZDEN BİRİNİN KUYRUĞU VAR..



Yazamıyorum. Parmaklarım ne yapacağını şaşırmış bir halde masada ritim tutarken, kedim, tekdüze hayatına renk katacak bir olay olup olmadığını anlamak için kulaklarını dikip bana bakıyor ve içi sıkılarak başını çeviriyor. –Bundan bir numara çıkmaz.- Her gün aynı odada, aynı şekilde dönüp duran sinek, kendisine saldırmak için uygun anı kollayarak saatlerce balkon demirinde bekleyen karga, her ezanda aynı şekilde uluyan mahalle köpekleri, hepsi ve diğerleri, benden daha ilginç bu evde. Gözlerimi deviriyorum. Saygısızlığa tepkisiz kalamam. İki kadın konuşmadan oturuyoruz. İçimizden birinin kuyruğu var.


Konuştukça susma ihtimali düşüyor, hissediyorum. Kendi sesinde şahlanıyor. Küçücük bir restoranın karecik masasında, tabağındaki eti minicik parçalara ayırırken sürekli anlatıyor. Bakımlı saçlarını toplamasını, sonra yeniden salmasını, ağzına bir parça et atmasını seyrederken ritmik bir şekilde kafamı sallıyorum. Onun kadar güzel olmak istiyorum ve onu dinlemiyorum. Başkalarının aşk hikayelerinden sıkılmak yaşlanmanın belirtisi mi diye düşünüyorum. O, bir metropol destanına dönüşen hikayesinde eriyerek yok olmak üzere, bense ilgisiz kedimi özlüyorum. Telefonun sesiyle kendime geliyorum. Baksendeçokseveceksinonu arıyor. Gözlerimi kırpıştırarak selam yolluyorum. Gözleri kırpıştırmak, ülkemizin çoğu yerinde, arkadaşının sevgilisine şirin gözükmek amaçlı olarak gerçekleştirilen, yine çoğunlukla istemsiz hale gelmiş bedensel bir harekettir. Çoğunluğa dahil olma arzumun olur olmadık yerde canlanmasına her zamanki gibi şaşırıyorum. İki kadın küçücük ve karecik bir masada oturuyoruz. İçimizden birinin hasedi var.


Ter, alnından başlayıp şakaklarından aşağıya doğru süzülüyor. Yanaklarına yayılmaya başlayan kırmızılıktan gözlerimi alamıyorum. Yıllardır keçi sütü ve peyniri ile beslendiğini, ottan yataklarda uyuduğunu, dağlarda çobanlık yaptığını hayal ederek oyalanıyorum. Asıl konuya yumuşak bir geçiş yapabilmek için havanın sıcaklığı, İstanbul’un trafiği gibi konulara olta sallayan bu adamın,  Heidi’nin uzaktan akrabası olduğunu düşünmek durumu biraz olsun katlanılır kılıyor. Onu ocağın başında düşlüyorum; elindeki kocaman peynir parçasını ateşte ısıtıyor ve yarısını bir lokmada yutuyor, yeni sağdığı bir kap sütü kafasına dikiyor.. O sırada dışarıdan sinirli korna sesleri geliyor. ‘Bak gördün mü!’ der gibi gözleriyle pencereyi işaret ediyor Franz. ‘Evet, çok haklısın.’ der gibi başımı sallıyorum. Trafik konusundaki uzlaşmamız Franz’a umut veriyor. Bir yandaşlık duygusu ile konuya dalıyor. Bir kadın ve bir erkek, aramızda devlet kurumlarındaki benzerlerine özenilerek kim bilir nereden alınmış büyük bir masa, hararetli bir pazarlığa girişiyoruz. İçimizden birinin inadı var.


Son okuduğu romanı anlatıyor. Sesi, sabah serinliğindeki dalgasız bir deniz gibi yumuşak ve davetkar. Ellerini izliyorum. Bir süre masadaki peçeteyle oyalanıyor, sonra her zamanki yerlerini alıyorlar. Bu yüzden sakal bıraktığını düşünüyorum. Ellerine yer bulabilmek için. Kahvesinden bir yudum alıyor. Kibar ve sakin. Her zaman. Gözlerimi başka yere çeviriyorum. Baktığım ağacın karabiber ağacı olduğunu söylüyor. Biliyor muydum? Sesimi çıkarmıyorum. Tek bir kelime söylersem, saklı tutmaya çalıştığım her şeyin dökülüvermesinden korkuyorum. Yutkunuyor. Görmüyorum ama biliyorum. Ne yapacağını şaşırdığında yutkunur hep. O sırada bir kaç tanıdık masaya uğruyor, rahatlıyorum. Ancak o zaman bakabiliyorum yüzüne. İlgili görünmeye çalıştığı zamanlardaki gibi bir kaşı hafif kalkık, gülümseyerek kafa sallıyor. Sinema, bilet, geç kalmayalım. Kalkıyorlar. Bir erkek ve bir kadın, derin bir sessizlik içinde oturuyoruz. İçimizden birinin aşkı var.

Gözlerini üzerime dikmiş bakıyor. Elimdeki kitaba odaklanmaya çalışıyorum ama olmuyor. Dönüp ben de bakmaya başlıyorum. Sabrı ile başa çıkmak ne mümkün. Bir heykel gibi kıpırtısız bakmaya devam ediyor. Kuyruğu sanki kendisinden bağımsız bir canlı. Kanepeye aynı ritimle vururken tek bir tüyü titremiyor. Ritminden ne halde olduğunu anlamaya çalışıyorum. ‘Onca zamandır tatildesin, sinirliyim, içimden elini kanatmak geliyor, sen daha dur bak neler olacak.’ ile ‘Kızgınım ama özledim de, bir iki canını yakayım, sonra kucağına gelirim yine.’ arasında gidip geliyorum. Kalkıp bir kutu yaş mama açıyorum. Benim de kendime göre taktiklerim var. Yiyor, yalanıyor, tekrar yiyor, sonra da kıçını dönüp arka odaya seğirtiyor. Gıcık. Bir süre sonra sallana sallana geliyor ve birden kucağıma atlıyor. Ne yaşamış olursam olayım, günün sonunda hep orada, biliyorum. Sevip okşarken insan dilinde güzel sözler söylüyorum. İki kadın konuşa mırıldana, sarılarak oturuyoruz. İçimizden birinin minneti var.


Hiç yorum yok: