Yazamıyorum. Parmaklarım ne yapacağını şaşırmış bir halde
masada ritim tutarken, kedim, tekdüze hayatına renk katacak bir olay olup
olmadığını anlamak için kulaklarını dikip bana bakıyor ve içi sıkılarak başını
çeviriyor. –Bundan bir numara çıkmaz.- Her gün aynı odada, aynı şekilde dönüp
duran sinek, kendisine saldırmak için uygun anı kollayarak saatlerce balkon
demirinde bekleyen karga, her ezanda aynı şekilde uluyan mahalle köpekleri,
hepsi ve diğerleri, benden daha ilginç bu evde. Gözlerimi deviriyorum.
Saygısızlığa tepkisiz kalamam. İki kadın konuşmadan oturuyoruz. İçimizden birinin kuyruğu
var.
Konuştukça susma ihtimali düşüyor, hissediyorum. Kendi
sesinde şahlanıyor. Küçücük bir restoranın karecik masasında, tabağındaki eti
minicik parçalara ayırırken sürekli anlatıyor. Bakımlı saçlarını toplamasını,
sonra yeniden salmasını, ağzına bir parça et atmasını seyrederken ritmik bir
şekilde kafamı sallıyorum. Onun kadar güzel olmak istiyorum ve onu dinlemiyorum.
Başkalarının aşk hikayelerinden sıkılmak yaşlanmanın belirtisi mi diye
düşünüyorum. O, bir metropol destanına dönüşen hikayesinde eriyerek yok olmak
üzere, bense ilgisiz kedimi özlüyorum. Telefonun sesiyle kendime geliyorum.
Baksendeçokseveceksinonu arıyor. Gözlerimi kırpıştırarak selam yolluyorum. Gözleri
kırpıştırmak, ülkemizin çoğu yerinde, arkadaşının sevgilisine şirin gözükmek
amaçlı olarak gerçekleştirilen, yine çoğunlukla istemsiz hale gelmiş bedensel
bir harekettir. Çoğunluğa dahil olma arzumun olur olmadık yerde canlanmasına
her zamanki gibi şaşırıyorum. İki kadın küçücük ve karecik bir masada
oturuyoruz. İçimizden birinin hasedi var.
Ter, alnından başlayıp şakaklarından aşağıya doğru
süzülüyor. Yanaklarına yayılmaya başlayan kırmızılıktan gözlerimi alamıyorum.
Yıllardır keçi sütü ve peyniri ile beslendiğini, ottan yataklarda uyuduğunu,
dağlarda çobanlık yaptığını hayal ederek oyalanıyorum. Asıl konuya yumuşak bir
geçiş yapabilmek için havanın sıcaklığı, İstanbul’un trafiği gibi konulara olta
sallayan bu adamın, Heidi’nin uzaktan
akrabası olduğunu düşünmek durumu biraz olsun katlanılır kılıyor. Onu ocağın
başında düşlüyorum; elindeki kocaman peynir parçasını ateşte ısıtıyor ve
yarısını bir lokmada yutuyor, yeni sağdığı bir kap sütü kafasına dikiyor.. O
sırada dışarıdan sinirli korna sesleri geliyor. ‘Bak gördün mü!’ der gibi gözleriyle
pencereyi işaret ediyor Franz. ‘Evet, çok haklısın.’ der gibi başımı
sallıyorum. Trafik konusundaki uzlaşmamız Franz’a umut veriyor. Bir yandaşlık
duygusu ile konuya dalıyor. Bir kadın ve bir erkek, aramızda devlet
kurumlarındaki benzerlerine özenilerek kim bilir nereden alınmış büyük bir
masa, hararetli bir pazarlığa girişiyoruz. İçimizden birinin inadı var.
Son okuduğu romanı anlatıyor. Sesi, sabah serinliğindeki
dalgasız bir deniz gibi yumuşak ve davetkar. Ellerini izliyorum. Bir süre
masadaki peçeteyle oyalanıyor, sonra her zamanki yerlerini alıyorlar. Bu yüzden
sakal bıraktığını düşünüyorum. Ellerine yer bulabilmek için. Kahvesinden bir
yudum alıyor. Kibar ve sakin. Her zaman. Gözlerimi başka yere çeviriyorum. Baktığım
ağacın karabiber ağacı olduğunu söylüyor. Biliyor muydum? Sesimi çıkarmıyorum.
Tek bir kelime söylersem, saklı tutmaya çalıştığım her şeyin dökülüvermesinden
korkuyorum. Yutkunuyor. Görmüyorum ama biliyorum. Ne yapacağını şaşırdığında
yutkunur hep. O sırada bir kaç tanıdık masaya uğruyor, rahatlıyorum. Ancak o
zaman bakabiliyorum yüzüne. İlgili görünmeye çalıştığı zamanlardaki gibi bir
kaşı hafif kalkık, gülümseyerek kafa sallıyor. Sinema, bilet, geç kalmayalım.
Kalkıyorlar. Bir erkek ve bir kadın, derin bir sessizlik içinde oturuyoruz.
İçimizden birinin aşkı var.
Gözlerini üzerime dikmiş bakıyor. Elimdeki kitaba
odaklanmaya çalışıyorum ama olmuyor. Dönüp ben de bakmaya başlıyorum. Sabrı ile
başa çıkmak ne mümkün. Bir heykel gibi kıpırtısız bakmaya devam ediyor. Kuyruğu
sanki kendisinden bağımsız bir canlı. Kanepeye aynı ritimle vururken tek bir
tüyü titremiyor. Ritminden ne halde olduğunu anlamaya çalışıyorum. ‘Onca zamandır
tatildesin, sinirliyim, içimden elini kanatmak geliyor, sen daha dur bak neler
olacak.’ ile ‘Kızgınım ama özledim de, bir iki canını yakayım, sonra kucağına
gelirim yine.’ arasında gidip geliyorum. Kalkıp bir kutu yaş mama açıyorum.
Benim de kendime göre taktiklerim var. Yiyor, yalanıyor, tekrar yiyor, sonra da
kıçını dönüp arka odaya seğirtiyor. Gıcık. Bir süre sonra sallana sallana geliyor
ve birden kucağıma atlıyor. Ne yaşamış olursam olayım, günün sonunda hep orada,
biliyorum. Sevip okşarken insan dilinde güzel sözler söylüyorum. İki kadın
konuşa mırıldana, sarılarak oturuyoruz. İçimizden birinin minneti var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder